Napoli: Bir Veda Mektubu
Sevgili Napoli,
Seninle tanışmamız 15 Ağustos 2015 günü oldu. İstanbul Atatürk aktarmalı yola çıkmıştık Ankara’dan annem, Duru ve ben. Benim aklımın erdiği şekilde yurtdışına 2. çıkışımdı, zaten ilki de Roma’ydı. Babamın bize ‘uscita’ yazısını takip edeceksiniz ve Napoli’de havaalanında valizlerin gelmesi çok uzun sürüyor dediğini hatırlıyorum. Gerçekten de öyle olmuştu, yavaşlığınızla o zaman tanıştım. Babamın bizi kapıda karşılamasını ve arabaya gidişimizi hayal meyal hatırlıyorum. Aklımda net kalan tek şey, yemyeşil bir dağın içindeki tünele girişimizdi. Sonraları Solfatara denen o tünelden defalarca geçeceğimi bilmiyordum.
Seninle bu ilk günümüzün ertesi akşamında, mahallenin pizzacısı Pineta Pizza’ya gitmiştik. Dünyanın en güzel pizzasıyla o zaman tanıştım. Daha sonra çok daha güzellerini yemiş olsam da, o ilk pizzanın yeri bende hep ayrı olacak. Bir de yemeğin üstüne limoncello mu kahve mi diye sorulması ve bizim ne olduğunu bilmeden saf saf limoncello istememiz. Sonra evin yolunu zor buluşum… Gün batımını izlemek için evin oradaki kayalıklara gidişimiz ve uğradığımız sivrisinek saldırısı.
O kayalıklarda çektiğimiz fotoğrafı paylaşıp ‘Home is where your family is’ yazmışım. Sahiden öyle mi? Tam 7 sene geçmiş o günün üstünden.
Sana 2+3 sene boyunca ‘ev’ dedik Napoli. İlk 2 senenin sonunda senden ayrılırken çok üzülmüştüm, o zaman bambaşka hayallerim ve hayal kırıklıklarım vardı; yarım kalmış hissediyordum. 2. kez sana gelişimiz ise bir çeşit mucizeydi, beklenmedikti ve bana birçok yeni kapı açtı. Yarım kalan bir hikayeyi tamamlamak için yeniden buluşmuş gibi hissediyordum. Gerçekten de ilk gelişimde yapamadığım birçok şeyi bu kez yapabildim, hem de daha güzelini. Belki de bu yüzden daha da zor oldu bu kez senden ayrılmak. Evimizin balkonundan izlediğim son gün batımının ve havaalanında içtiğim o son enfes kahvenin tadı damağımda. Uçak havalanırken gökyüzünde ve sen git gide küçülürken uçağın camından, gözlerimde yaş ve boğazımda bir yumru vardı. Bu kez yarım kalışımıza değil, aksine birbirimize doymuş olmamıza üzülüyorum; zaman düşer ellerimden yere.
Seninle son günümde sırt çantamla sokaklarda aylakça yürürken, aksanlı İtalyancamla konuşmaya çalışırken benim turist olduğuma emindi tüm yereller. Halbuki onlar benim 5 senedir bu şehrin altını üstüne getirdiğimi, bu sokaklarda kaybolarak kendimi bulduğumu, büyük üzüntüleri ve büyük sevinçleri buralarda yaşadığımı hiç bilmeyecekler. Buruk bir sevinç içimde, ya hiç yaşamasaydım buralarda? Nasıl biri olurdum?
Ne derler bilirsiniz. ‘Napoli’de iki kez ağlarsınız: İlk gelişinizde ve son gidişinizde’. Ferragosto 2015’te ilk izlenimim harika değildi. Ancak yıllar geçtikçe, her bir sokağını keşfedip, bu çılgın yaşam şeklini deneyimledikçe, dünyadaki en iyi kahve ve pizzayı tadıp, muhteşem Napolitanlarla tanıştıkça, aşık oldum. Kendimi keşfettim, kendimin en iyi versiyonunu buldum Napoli sokaklarında. Ben bir şehir olsaydım eğer, güzel yemek, güzel kahve ve basit keyif anları için yaşayan, kara bulutların ve umut veren gün batımlarının aynı anda hüküm sürdüğü, tüm karanlık ve aydınlıklarımla, ilk görüşte değil de tanıdıkça sevilen Napoli olurdum. Şimdi anlıyorum neden ‘Napoli’yi gör ve öl!’ dediklerini.
Ben ve ailem, sana 2+3 sene boyunca ‘ev’ dediğimiz için çok şanslı ve minnettarız. Kalbimin bir parçasını sende bırakıyorum. Ve 7 sene sonra; evin ailenin olduğu yer değil, bir his olduğunu öğreniyorum. O yüzden sen hep benim evim olarak kalacaksın. Her şey için teşekkürler Napoli, yine görüşeceğiz.
A presto, ciao!
Ve babam, sen olmasan evimiz bilemezdik buraları. Bize sunduğun her imkan için çok teşekkürler, sen limon ağaçlarının en güzeline layıksın.
İtalya’yı köşe bucak geziyorum yıllardır, arşive bir göz atmaz mıydınız?